8 Mart 2014 Cumartesi

Kocanızı memnun edecekseniz siz edeceksiniz!


Bu genç kızımızı ben tanımıyordum, evlenmiş, Hürriyet Magazine konu olmuş, Allah mesut etsin. Kendisine hemen kanım kaynadı. Özellikle evlilikle ilgili fikirleri bence her genç kıza örnek olmalı. Mesela evlilik nasıl gidiyor sorusuna "evlilik iyi gidiyor güzel bir şeymiş, temizlik yap, "ne yemek istersin aşkım bugün, hemen yapayım" modunda giriyor" demesi, evlilik hayali kuran kızları heyecandan delirtmiştir eminim. Sonuçta evlilik insanın kendine yakışan temizliği ve kocasının istediği yemeği yapmasıdır. Hele ki devamında "kocamı memnun edeceksem ben edeceğim, çok yoğun çalışırsam bir yardımcı düşünebilirim" beyanı hayalini hep kurduğumuz yuvanın adeta tatlı bir habercisi. Hanımlar dikkat, kocanızı memnun edecekseniz siz edeceksiniz, o yüzden çeyize viledanızı, toz bezini koymayı unutmayın. Özlem Hanım’a da ömür boyu mutluluklar, umarım SSK'sı yapılır ve iyi bir yevmiye alıyordur, karın tokluğuna bu kadar çalışması yazık olur..


Just a perfect kadınlar günü


Such a perfect day: Resmi devlet erkanı açıklamaları:
Anneler, bacılar, sonra analar, kız kardeşler, sonra hoop bir daha anneler, analar… Ne diyorduk? He kadınlar günü, yani annelerimiz, yani böyle içi duygulu, pamuk mu pamuk, mutfakta aşçı, yatakta... pardon ne diyorduk? He anneler, kızlarımız.. Ne günü? Kadınlar? Yok kadın olmaz, kızlar, bayanlar, hanımefendiler, annelerimiz, analarımız.. ERROR.

Ooo such a perfect day: Mağazalar:
İndirimler, pembeler, kalpler ve çiçeklerle kaplı vitrinler.. Pardon bunun 42 bedeni yok mu? 42 beden kadın mı olur.. hadi dışarı canım...

Just a perfect day: Sokaklar:
Elinize çiçek tutuşturan adamlar, 10 metre öteden görünce türkü söylemeye başlayan adamlar, gözleriyle sizi yiyen adamlar, sokakta yürüdüğünüze şaşıran adamlar, sizi takip eden adamlar, laf atan adamlar.. Kısaca elinize çiçek tutuşturan adamlar dışında bildiğimiz düz sokak.

Perfect day: Sosyal sorumluluk projeleri:
Gözü makyajla morarmış az ünlülerin şahane sanat harikası fotoğrafları, kafesteki kadınların fotoğrafları, yüzüne poşet geçirilmiş kadınların fotoğrafları, dayak yemiş kadınların fotoğrafları, ölü kadınların fotoğrafları, yüzü mor kadınların.. ne diyorduk, ha fotoğraf, bir de az ünlülerin az daha ünlenmek için beyanları.. Hadi bir kadını kurtar, hadi destek ol, hadi sokağa çık? 5 para yok be canım, az önce cihangirde garsona verdim, vakit de yok.. Ama bir sosyal sorumluluk projesinde poşette morarmış kadın olarak yer almayı çok isterim, Mehmet Turgut çekerse tabi...
  

Ve kadınlar...
Özgürlüğünü arayan, kadınlığını seven, kadın olmaktan korkmayan tüm kadınlar, sizi seviyorum. İyi ki varsınız...

Such a perfect day, I'm glad I spent it with you...

1 Ağustos 2013 Perşembe

Denge

Yaşadığımız bu sürece, başımızdakilerin tepkilere bakınca Turgut Uyar'ın bu şiiri geldi aklıma. Sanki Park dile gelmiş...

Sizin alınız al inandım, 
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarda uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre 
Ama sizin adınız ne
Benim dengem bozmayınız

Turgut Uyar

30 Eylül 2011 Cuma

Bir Zamanlar Anadolu'da



Nuri Bilge’nin filmlerini izlerken filmde esen rüzgarın bana doğru estiğini hissettiğim çok olmuştur. Ve Nuri Bilge Ceylan karakterlerinin sıkıntısını seyirciye öyle bir geçirir ki bir of çekersiniz filmi izlerken. Filmdekiler gider bir yola, siz kalırsınız sinema salonunda.

Bu filmde uçsuz bucaksız gibi gözüken Anadolu bozkırlarında yolculuk eden savcı-doktor-asker-komiser ve onların yanında çalışanlar film boyunca suç mahalli tespiti yapmak için yolculuk ediyorlar. Kısa ama uzun bir yolculuk bu, hava gibi kapalı ruhlarla, kuru Anadolu toprağında yapılan. Yavaş, çünkü hayat bozkırda yavaş, çok yavaş.

Filmdeki dialoglar tek kelimeyle muhteşem. Sanki karakterler yanı başınızda, sanki bu olayın içindesiniz. Köy’e gittiklerinde muhtarın "bir kavanoz bal koy misafirlere" hareketi, kimbilir kaçımızın hayatından bir sahne. Tüm dialoglar Türkiye’de her gün tekrarlanan cümleler, kelimeler, ve bunları bu kadar gerçek kılan tabiki birbirinden usta oyuncular.

Bu kadar yerel bir filmin uluslararası başarı kazanması da Ceylan’ın muhteşem yönetmenlik becerisi işte. O rüzgarı içinizde estirmesi, o morga sizi sokması, o dialogları size yaşatması.

Bir de meslekten midir nedir öyle çok güldüm ki bazı sahnelerde. Özellikle tespit sahnesi benim için klasik olmaya aday. Nuri Bilge Ceylan’ın zekice filme soktuğu durum komikliğini, en ciddi hikayede bile kaybetmediği muzip duruşunu çok seviyorum.

Filmle ilgili en çok hoşuma giden sanırım herkesin hikayesin usul usul, ince ince işlenmesi. Hiçbir hikayeyi gözümüze sokmuyor Ceylan. Bir dram var, onu ortada bırakıyor, bir ceset var, siz gülebiliyorsunuz. Savcı, polis, doktora ilişkin, birer kelime, fotoğraf, bir bakış, bir cümle. O kadar. Ama işte orada o hikayeler ve hepsi birbirinden ustaca kurmaca. Ya da bir elmanın sürüklenmesi doğada, kimsenin farketmediği o elmanın oraya nasıl geldiği, Ceylan için detay değil, bir mucize adeta.

Ben bu filmi çok beğendim. Bir sonraki filmi bekler oldum. Ama Nuri Bilge Ceylan’ın tarzının sevmeyenler, ilk kez izleyecekler için bu film yorucu gelebilir, bu bir aksiyon filmi değildir, bu bir Nuri Bilge Ceylan filmidir. Baştan uyarması.

Edit: Komiser'in "bu dünyada halay başı olacaksın", "bülbül gibi şakıyo seninkisi" repliklerine hala gülüyorum.

27 Eylül 2011 Salı

Kaybedenler Klübü: izleyin kaybetmezsiniz


Dün Kaybedenler Klübünü izledim. O programı hiç dinlemediğime hayıflandım. Filmi çok sevdim ama özellikle filmdeki bazı şeyleri çok sevdim:
 
90’ları sevdim.
Kadıköy’ü sevdim.
Filmde çalan şarkıları,
Dialogları sevdim.
O samimiyetin gerçek oluşunu sevdim.
En çok aklından geçen şeyleri söyleyebilmeyi,
ve ne olursa olsun özgürce, sınırsızca konuşabilmeyi sevdim.
Trip’i sevdim.
Filmde geçen kitapları,
Amirlikleri sevdim.
Filmin çekimlerini sevdim.
Bir şeyi paylaşmanın güzelliğini sevdim.
Olimpos’a gidip o bankta oturma ihtimalini sevdim.
Ama Olimpos’a gidip o banka istediğim zaman oturamama ihtimalini sevmedim.
Bir de
90’ları özlemişim.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Ceza olarak kadın taraftar

Fenerbahçe'nin Manisaspor ile 20 Eylül 2011 Salı günü oynayacağı maçı yalnızca bayan taraftarlar ile çocuklar izleyebileyecekmiş.


Ceza olarak kadın taraftar: ağzı var dili yok. Maşallah

Şimdi bu durum bir tek bana mı garip geliyor? Şaka mı değil mi diye bir kaç kere okudum. Yani bence olay şöyle basit:

Fenerbahçe cezalandırılıyor.
Ceza da maçı kadın ve çocukların izlemesi.

Bir kadın olarak diyebileceğim: çok mersi! Yani bizi ceza olarak görüyor resmen bu uygulama. Nasıl bir mantık anlamadım. Ben erkeğin yanında ona eşit olarak maç izlemek isterim kardeşim, stada ceza olarak getirilmek değil.

Türkiye'de bir kadın olarak giyinmenin dayanılmaz ağırlığı

Sürekli bir özgürlük kısıtlaması, bir tedirginlik. O baktı, bu bakacak, oradan hızlı geç, bu mahalle nezih, rahatla, adam geliyor, başını önüne eğ. Kız doğmuşsun çünkü, ne giysen ne yapsan günahkarsın, davetkarsın, suçlusun. Sana laf atsa, hatta taciz etse senin suçun, senin yaptığın terbiyesizlik çünkü, evinin dışındasın, olmaman gereken yerdesin, sokaktasın.
Annemle alışverişe çıkardık. Bir elbise beğenirim, annem “güzel ama İstanbul’da giyilmez, nerde giycen, bi haftalık tatil için almaya değmez” derdi. İstanbul’da giyilmeyecek kıyafetler dizde elbiseler ya da sadece askılı olduğu bu şekilde kategorize edilirdi. Aslında İstanbul’da giyillirdi. Çünkü ülkemizde İstanbul’un giyiniş kuralları ve Bodrum’un giyiniş kuralları diye ayırım yapan bir yönetmelik yok. Bu iki yer arasında tek bir fark var o da erkek sayısı, yani “bakan” erkek sayısı. Yani aslında sokakta pislik gibi bakmasalar, rahatsız etmeseler, laf atmasalar, ayıplamasalar, suçlu gibi psikolojiyle hayatınız o elbiseyi giydiğiniz için zindan olmasa pekala o aynı elbiseyi İstanbul’da da Bodrum’da da rahatlıkla giyebilirsiniz. Ha Bodrum’da çok mu farklı? Sadece sayıca diyelim. Orada da pekala gördüğü her bacakta tipi kayan sinirinizi bozacak tipler mevcut.
Normal bir eylem olarak yürümek. Yürüdüğünüz muhite göre anormal olabilir.
Bunun yani bu kısır döngüyü delmenin tek çaresi var. Kendini kısıtlamamak, takmamak, ben öyle yapmaya çalışıyorum. Bu ömrümde, gençliğimde giyinmeyeceğim de ne zaman giyeceğim. Yazlarım kot pantalonun içinde pişerek mi geçsin, püfür püfür eteklerle mi? Yapacak bir şey yok giyiniş farketmez, kapalı bile olsa memleket kadın görünce garipseyen, onu topluma ait görmeyen, görmediği için sokakta yürüyen kadına her şekilde davranabileceğini düşünen erkeklerle dolu. Bir de şu zihniyet var, açtığına göre bakarım. Yani kolunuzu da açsanız o bakar. Bileğinizi bile göstermeseniz yine de bakacak zaten. Çünkü o zihniyete göre kadınsanız zaten her türlü davranışa müstahaksınız.
İşte bunlardan hareketle ben sokakta gördüğüm nerede rahat giyinen, takmayan, şortlu, kısa elbiseli kızlar görsem içten içe destekliyorum, takdir ediyorum. Başın öne eğilmesin aldırma kızım aldırma, o ne derse nasıl bakarsa baksın aldırma kızım aldırma…